8/28/2012

Ne zor şeymiş

Ne kadar zor şeymiş arkadaş blog için yazı stili seçmek, yada görünümünü değiştirmek. Saatlerdir uğraşıyorum fakat yinede kafama göre birşey bulamadım. Pek beğendiğim bir yazı buluyorum, bloğa yüklüyorum haydaa hiçte hayal ettiğim gibi değil.
Başka bir yazı buluyorum bloğa ekliyorum birde bakıyorum ki türkçe harfler güzel bir şekilde gösterilmiyor.
Resim de begenemedim, arka plan da seçemedim. Anlaşıldı, bugün bununla daha fazla uğraşırsam eğer kafayı yiyeceğim. Öpüldünüz hepiniz.

Su

8/26/2012

Şimdi gidemezsin

»Şimdi gidemezsin« dedi adam.
»Bende gitmek istemiyorum zaten« dedi kadın.

Bir hafta görmemişlerdi birbirlerini. Bu aralar hafta da sadece bir kere görüyorlardı birbirlerini. Her gün mesajlasiyorlardi ama görmenin yerini tutmuyordu. Onlar aslında çok iyi geçeceğini tahmin etmişlerdi. Kadın ilk ayrıldıkların da ufak cocuklar gibi ağlamıştı ama, sandığından da dayanıklı çıkmıştı bu hasrete.

Ama adam sandığından da zorlandı. Her zaman sakın sessiz ve mağrur duran o adam, duygularını dile getirmeyen o soğuk adam, »adın varken sana neden aşkım diye sesleneyim« diyen adam gitti ve yerine
»Şimdi gidemezsin, ne olur biraz daha kal. Biraz daha saçını okşamama izin ver. Biraz daha teninin kokusunu içime çekeyim« diyen bir adam geldi.

Mutlu oldu kadın. Sakin sessiz sevgisinin yolunda ilerlerken, doğru yolda olduğunu anladı.
Sevgi dilsiz aslında. Buna inandı.
Canim, cicim, aşkım demesiyle olmuyor bazı şeyler.
Gözlerine bakınca gördüğü sevgiyi, binlerce dilde söylenen aşk sözcüklerine değişmedi kadın.

Su

8/25/2012

Topraktan geldik

Ne zamandan beri yazı yazmadım. Araya bayram girdi, arkadaşlarımla bulusayim derken günler çok çabuk geçti.
Bugün Türkiye'ye giden komşularımızın bahçesine bakmaya gittim annem ve babamla.
Saatlerce toprakla uğraştık annemle. Biberleri topladık, domatesleri dalından koparıp yedim.
Sonra mangal yaktık, semaverle çay demledik. Bakkala giden komşular dönüşte uğradılar oturduk saatlerce sohbet ettik.
Havada şansımıza güzeldi. Çok iyi hissediyorum su an kendimi. Keşke bizimde bir bahçemiz olsa dedim bugün kendi kendime.
Toprak insanın gerçekten de negatif enerjisini alıyor. Hadi öpüyorum seni blog.



Su

8/16/2012

Kan çıkacak

Canımı çok fena sıkanlar var. Büyüklük bende kalsın diyip ses çıkarmıyorum. Haftalar öncesinden ramazanın son günü yemeğe gideceğiz diye sözleşmiştik kızlarla. Bir buçuk haftadan beri yok oraya gitmeyelim, yok buraya ben gitmem, yok ben orada yemek yemem diye diye cinlerimi tepeme çıkardılar.

Sonunda bir karara vardık varmasına ama bu seferde kimin gelip gelmeyeceği dert oldu. Benim çok samimi bir arkadaşım var, geçen gün camiide yemekte gördüğümde sende gelmek istermisin, daha tam olarak nereye gideceğimiz belli değil dedim. Vay demez olaydım.

Zarife hanım bana hesap sormaz mı, vay ben neden Ferhundeye haber vermişim. Onlar birbirini sokakta görüyormuşta Ferhunde Zarifeye selam vermiyormuş.
Ferhunde de camiide demişti zaten Zarifenin ona yolda selam vermediğini.

Ya bir kere belki yanlış anlaşılma oldu.Belki selam verdi de sen fark etmedim. Ve ayrıca Ferhunde senden 10 yaş büyük. Küçüklüğünü bilde sen selam ver öyle değilmi Zarife hanım. Kız kardeşimin arkadaşı olmasa ben ona yapacağımı bilirdim ama sustum yani.

Cumartesi günü ya güzelce gidip yemeğimizi yiyip geleceğiz, yada kan çıkacak :)

8/13/2012

Biz bir hikaye yarattik ...

Düşünsel Avuntular sayesinde 10 blogger bir araya geldik ve bir hikaye yazalım dedik. 4 farklı giriş konusundan ilk yazar birini seçti ve geri kalan bloggerlar yorum bölümünde devamını getirdi.
Benim için farklı bir deneyimdi ve çok zevk aldım diyebilirim.

Yazarlarımız :



Ve buyurun hikayemiz:



Evde bulunduğum zaman hayatım daha çok kitaplığımda geçer. Hiçbir düzene uymadan, hiçbir amaç gütmeden bir bu kitabı, bir şu kitabı karıştırırım. Okuduğum kitapları tekrar göz atar altını çizdiğim cümleleri tekrar tekrar okurum. Okurken bana hissettirdikleri aklıma geldikçe de duygulanırım. Bir kaç kitabın özel yerleri vardır raflarda. Üzerine toz konmasını, sayfalarının kırılmasını istemem. Kimseye de vermem okuyup geri vermeleri için. Çünkü herkes benim o kitaplara değer verdiğim kadar değer veremez onlara.   Günlük tutmama sebep olan Reşat Nuri Güntekin'in Çalıkuşu kitabı bunlardan bir tanesidir.

Geçenlerde okuduğum bir romanın fazlasıyla etkisinde kalmıştım,
Krem renkli koltuğun önündeki ahşap sehpada televizyon yayın akışını gösteren günü geçmiş gazete ekleri vardı, depresyona girmiş birinin televizyonda zap yapmasını kolaylaştırmaya yönelik önemli dokümanlardı ve birde barut kokusu metaline işlemiş siyah renkte patlamaya hazır babadan kalma bir altı patlar. Silahı elime almamı söyledi son derece ciddiydi,
-Bana doğru doğrult dedi,
normal bir insanın bana doğru doğrultma ricasının tam tersi, silahla kendini kastederek
-İkimizde hazırız dedi ,
-Sadece tetiği çekeceksin,
Hiç ikileme düşmedim ve tetiği çektim. Karşımdaki ayna tuz buz olmuştu, şizofren olduğumu hala kabullenemiyordum, neyse ki diğer kişiliğim silahı kafama dayamamı istemiyordu!
Okuduğum psikolojik romanlar fazlasıyla etkileyip değiştiriyordu beni.  Aslında bu tip kitapları okumam doktorum tarafından yasaklanmıştı. Tabi onu diğer kişiliğimin etkisinde kalıp öldürmeden önce... O zamanlar daha 18 yaşında normal bir genç kızdım. Günlüğümü yazar yeni hikâyeler de eklerdim defterime. Ama o kitabı okuduğum gün kendimi balkon demirinden sarkmış halde buldum. Apar topar psikiyatri servisine yatırdı amcam beni. Tabi bir de başından atmak için bahane bulmuştu böylece. Doktorum zayıf neşeli bir hanımdı onun neşesi bana da bulaşmıştı bir süre sonra. Nedensiz yere mutlu olmaya başlamıştım onun sayesinde. 

Ama mutlulukta,  iki ucu açık bir bıçak gibi. Ne tarafını çevirirsem çevireyim hep kanatıyordu beni. Ortasından tutmam lazımdı illa ki. Doktorla iyi bir ikili oluşturmuştuk. Bazen sorduğu sorulara cevap vermeme bile gerek kalmadan '' evet senin başına şu iş gelmiş diyordu'' bunca yıllık yaşantımda o kadar aile ve dostum var iken beni anlayanın 7 yıllık bir üniversite okuyan doktor olması garipti... Ne yani ''birinin beni anlaması için bu kadar çok mu okuması gerekiyor? '' dedim içimden. Bu düşünceler içerisinde pencereye doğru yürüdüm. Bankta daha önce görmediğim bir bayan oturuyordu. Bebek arabasından ağlayan bebeği aldı. Öyle bir sarılışı vardı ki. Sustu bebek. Artık ağlaması bitmiş, gülüyordu. Sıcak ve içten bir dokunuş insana neler hissettirir hiç bilmiyordum. Evet çevrem de onca insan vardı ama hiçbiri kalbime dokunamadı. Bu düşünceler içerisinde güler yüzlü doktorum odama girdi. 
"Neden bana öyle bakıyorsun?" dedi. 
"Sıcak bir gülümseme ne kadar zor olabilir onu düşünüyordum." dedim, gülümseyerek..
 Birinin beni anlaması için çok okuması değil, içten olması, şu kalbime ufak bir dokunuşu yeterdi. Ama kimse beni anlamıyordu. "insanlar neden böyle" dedim doktoruma. Nasıl bu kadar kötü olabilirler. Oysa kalbime "O" dokunmuştu sadece. Önce O başlattı her şeyi. Ben O'nun yüzünden bu haldeyim. Sonra diğerleri, diğerleri, diğerleri...
Ne zaman gidecek kafamın içindeki ben. "Aldırma, geçti, bitti her şey" diyorum kendime.. Olmuyor O sesi Oradaki beni öldüremiyorum. "Hayır hayır en iyisi gitmek buralardan, kendimi bulamayacağım yerlere gitmek istiyorum" Ne olur kurtar beni? Kendimi saklayabilir misin? Beni benden alabilir misin? diye ağlamaya başladım.


Nedensizce onun o sıcacık gülümsemesine güvenmiştim, sadece. Doktorumda yardım edemeyecekti bana. Beni benden kurtarmamın tek sebebini, biliyordum bilmesine de, kendime de güvenemiyordum işte.  İnsanoğlu böyle yaratılmıştı çünkü her zaman içinde bir şüphe vardı. Şüphe de güvensizliği doğururdu elbet. Zaten ben de kendime güvenmeyerek bu hale gelmemiş miydim?
Eğer, yalnızlığımla barışabilseydim, tek başıma üstesinden gelebileceğime inansaydım her şeyin, içimde bir ben daha yaratmazdım. Ama şimdi bunları düşünmenin vakti değildi, şimdi gerçekten karar vermenin vaktiydi: "Beni benden kurtarmayı, gerçekten istiyor muyum?"

Ayağa kalktım birden, bacaklarım beni aynanın karşısına götürdü. Korkuyordum. Baktığımda kendimi değil, ruhu çekilmiş bir et parçası görecektim belki de. Derin bir nefes aldım, yavaşça başımı kaldırıp, aynada kendimle göz göze geldim.
Bir damla yaş süzüldü yanaklarımdan.
'İstiyor musun?' dedim gözyaşlarıma engel olmaya çalışarak.
'İstiyor musun söyle!'
Doktorum girdi o an içeri, yine ben hiç bir şey söylemeden anlamıştı ne yapmak istediğimi.
'Ne söyledin peki kendine?'
Bir şey söylemeden sadece gülümsedim ve yine o milyonlarca kez olduğu gibi bir kez daha anladı beni.
'İşte şimdi her şey daha kolay olacak, bu tedavide en önemli nokta senin kendinle yüzleşebilmendi ve sen bunu yaptın.' dedi ve çıktı odadan...
Tuhaf hissediyordum, kapkaranlık olmuş kalbime 'istiyorum' kelimesi bir mum ışığı olmuştu. Hem ısıtıyor, hem aydınlatıyordu.
Perdeyi aralayıp dışarı baktım.
Bir simitçi satamadığı simitlerden birini hızlı lokmalarla çiğneyip, stresli stresli etrafı izliyordu.
Bir çocuk annesinin uzun eteğini çekiştirip ters istikamete gitmeye çalışıyordu.
Tam o an bir kadının topuğu arnavut kaldırımına sıkıştı.
Yirmilerinde bir çocuk yanından geçen kızın bacaklarını hayran hayran izliyordu.


Dışarıda bir hayat sahneliyordu ve ben sahnede olmalıydım.


- Tüm arkadaslara tesekkür ederim ve umarim bunun devami gelir

8/11/2012

Günce

Dün akşam bir hafta sonra dışarı çıkacağımı söylemiştim. Harika bir akşam geçirdim diyebilirim. Arkadaşım Katy beni kapıdan aldı ve buluşacağımız cafeye gittik. İlk biz gelmiştik ve geri kalan arkadaşlarımızı ve sevgilimi beklemeye başladık. Onlar geldikten sonra siparişlerimizi verdik. İanna ilk önce benim yemeğimi getirmelerini söyledi garsonlara. Ramazan ayındayız elinizi çabuk tutun dedi. Garson kız "Evet biliyorum, mutfakta çalışan arkadaşlarımızın hepsi müslüman" dedi.
Ben çekindim biraz tabiki. İlk önce benim içeceğimi getirdiler masaya, bir yudum alıp orucumu açtım. Sonra hamburger ısmarlamıştım sığır etinden ve yanına patates kızartması ile. Herkesin yemeği geldi ve garson kız benim tabağımı elime uzattığında "Çok afedersiniz, mutfakta ki arkadaşlar da müslüman olduğundan dolayı size birşey söylememi rica ettiler dedi. Hamburgerinizin eti bir önce domuz etinin kızartıldığı tavada kızartılmış, onun için yağlar karışmış olabilir. Bu sizin için sorun işgal ediyorsa, yenisini hazırlatacağız, temiz tava kullanacağız, ama sizi bekletmek zorundayız" dedi. Ben yeni kızartılmasını rica ettim ve beklemenin benim için sorun olmayacağını söyledim.

Garson kız elindeki tabağı mutfağa geri götürdü ve beş dakika sonra elinde ufak bir tabağın içinde iki lokma ile geri döndü. "Gerçekten çok özür dileriz, mutfaktakiler de üzgün, bu lokmaları ikram olarak sayın" dedi ve gitti.
Utandım aslında ve bir o kadar da mutlu oldum. Yabancı bir ülkede yaşadığınız zaman bazen bazı durumlarda çekinirsiniz. Fakat oturduğum şehrin müslümanlığa saygı duymasından, hatta bu kadar anlayışlı olmasından mutluyum. Kendimi burada evimde gibi hissediyorum. Lokmamın tekini de tabiki Sebastian çaldı :)
"Aşkım sen bundan sonra her gittiğimiz yerde oruç olduğunu şöyle, ben getirilenleri yerim" dedi. Yemeklerimizi yedikten sonra kahvelerimizi içip saatlerce sohbet ettikten sonra gece ikiye doğru evlerimize ayrıldık.

8/10/2012

Herkes biliyor aslında kimin ne bok yediğini
Ve herkes saklıyor birbirinden kiminle neden seviştiğini

Su 

Günce

Selam blog.
Bir haftadan uzun bir süre evden dışarı çıkmadım. Pazartesi ve salı günü ise gitmemi saymazsak hep evdeydim. Ramazanın getirdiği mahmurluk ile, sabahtan akşama kadar evin içinde birseylerle uğraşarak günlerimi geçirdim. Yoruldum, yattım, kalktım, ütü yaptım, bulaşık yıkadım, kitap okudum, sevgilime mesajlar attım, bol bol blogları okudum ve haftanın bu son gününde bu akşam alman arkadaşlarımla iftara bulusacagim için çok mutluyum. Bir kaç gün daha evden çıkmasaydım kafayı siyirirdim herhalde. Alman arkadaşlarımla alışkanlık haline getirdik, ayda bir kere bir cafede buluşup yemek yiyip, kahve içip, sohbet ediyoruz.
Bu ayda ramazana denk geldiği için sağolsunlar benim için geç saatte buluşmak için anlaştılar. "Biz yeriz içeriz, Su bakar çok ayıp olur en iyisi o gün iftar vaktinde buluşmak", dediler.
Böyle anlayışlı insanlarda var blogcum. Yeri geldiğinde bir türkten daha çok saygı gösteren almanlar var canım.

Yani demem o ki, ben bugün Almanya saati ile 21:03'da alman arkadaşlarımla iftar açıyor olacağım ...

Sevgiyle kalın

Su

8/05/2012

İki bacak arası

Bir kadının anatomisini size anlatmayacağım. Bu anatomiye göre tüm bakterilerden ve pisliklerden korumak için yarattı tanrı kızlık zarını. Hastalıklardan korumak için yaratıldı kadın kızlık zarı ile.
Ama gel gör ki, dinimizde ve dilimizde artık kızlık zarı namus kavramı.
İki bacak arasındaki kızlık zarında buluyor insan oğlu namuslu olup olmadığımızı.

"Bunu yazmak aklına nereden geldi şimdi Su?" diye soracak olursanız.
Beş dakika önce haberleri seyrederken bir haber seyrettim ki, içim acıdı.

Bir genç kızı zorla sevmediği bir adam ile nişanlamışlar ve kız nişanlısından ayrılmak istediğini belirttiginde, kendi ailesi ve erkeğin ailesi hain bir pusu kurmuş kıza. Bir odaya zorla sokmuşlar iki genci, ilişkiye girsinlerde namusu kirlensin diye. Kız nasıl becermişse kaçmış gözünü yediğim ve kendini karakolda bulmuş.
Şimdi ben soruyorum size:
Bir aile bunu kendi kızına nasıl yapar?
Bir anne bile bile kendi kızının halk tabiri ile "lekelenmesine" nasıl göz yumar?
Namus gerçekten de iki bacak arasında mı?
Ve bir kadın kızlık zarı yırtıldı diye gerçekten o adama bağlı mı?

Kafayı yedirecekler bana ya. Ben en iyisi haber falan seyretmeyeyim.

Dipnot: O kız kendi isteği ile başkası yada o erkekle evlilik dışı yatmış olsaydı... Vay sen görecektin o kızın halini o zaman.

DipDipNot: Ya o kız o adamın elinden kaçamasaydı? Nasıl hissedecekti kendini acaba? Bir Fatmagül vakası yaşanmayacakmıydı sizce?

8/04/2012

Mim

Memento sağolsun beni mimlemis. Bende mimlenmeyi seviyorum nedense. İkinci mimlenisim bu benim ve yine memento sayesinde. Evet buyurun sorularla dolu mime:

Çaresi bulunmayan bir hastalığa yakalandınız ve bunun sonucunda yaklaşık 1 yıllık ömrünüzün kaldığını öğrendiniz. Kalan 1 yılınızda ne yapardınız ?

Hayatımı aynı olduğu şekilde yaşamaya devam ederim. Arkadaşlarımla helallesirim, her gece olduğu gibi kardeşimi uykusunda seyreder üzerini örterim. Geceleri yattığımda ellerimi semaya açıp dua ederim. Ve en önemlisi en büyük hayallerimden bir tanesini gerceklestiririm. Hindistana giderim ve Taj Mahali ziyaret ederim.

Fobileriniz , takıntılarınız var mi ? Varsa neler ?

Fobilerim yok aslında. Hiç birseyden kolay kolay korkmam ben. Örümcekleri çok severim mesela. Herkes ciyak ciyak kaçarken, yada onları öldürmeye kalkışırken ben ellerimle alır kurtarırım.
Tek heyecan yaptığım ve hafif korktuğum birşey vardır. Trabzansiz merdivenleri inip çıkmayı sevmem. Çıkarken sorun yok ama inerken korkarım.

Bir sabah kalktınız ve dünyada hiç bir insan olmadığını öğrendiniz, ne yapardınız ?

Nereye gitti lan bunların hepsi derim herhalde. Ondan sonra ufak bir panik yaparım. Sokak sokak sevdiğim insanları aramaya başlarım sonra. Gerçekten yapayalnız olduğumu idrak ettiğimde ne yaparım, gerçekten de kestiremiyorum.

Dünyayı dolaşmak isteseniz hangi ülkeden başlardınız ? Neden ? 

Bir önceki soruda da söylediğim gibi ilk önce Hindistana gitmek isterim ben. Neden bilmiyorum ama bana renkleriyle, yemekleriyle, değişik örf adetleriyle çok büyülü bir ülke olarak geliyor.

İtiraf edin prens/prenses e dönüşür diye kaç kurbağa öptünüz ?

Hiç öpmedim.

En son yaşadığınız küçük düşürücü , unutamadığınız olay ?

Annem çok kötü sancılar yaşıyordu. Migdesinde sorun vardı ve kız kardeşimin arkadaşının yanında gaz çıkardı. Çok utanmıştım. Aslında gayet normal birşey. Biz abartıyoruz.

Hayatınızın bir kitap/ film olmasını isteseydiniz hangi kitap/film olmasını isterdiniz ?

Pride and Prejudice olmasını isterdim. Sebastianın da Mister Darson olmasını isterdim. Böylemi yazılıyordu lan Darson. Neyse ...

En yakın arkadaşınızın bir uzaylı olduğunu ve sizi ilk denek olarak kendi gezegenine götüreceğini öğrendiniz, ne yapardınız ?

"Hadi canım, ciddenmi? Hadi kalk gidelim o zaman. Ama beni yine geri ışınla, tamammi?" derim.

İsviçreli bilim adamları görünmezlik hapını buldu ve siz bu hapı kullanan ilk kişisiniz. Hapı kullandıktan sonra yapıcağınız ilk şey nedir?

Tam su an öyle birşey olsa elimde "Nature One" gidip Sebastianın ne yaptığına bakardım. :)

Ve mimlenenler:
Su Bulut
Lady Cane
morportakal
yueya
Amber Twist
Gözümü kapayip actigim an kadarim
Cips yiyemeyen kiz
andayasananlar

8/03/2012

Bir elli kesir küsür

İnsanın aklında o kadar ilginç şeyler kalıyor ki ... Bazen aklınızda bulunduğunu bile idrak edemiyorsunuz. Yıllar sonra bir anda bir olay yüzünden bilinç altınızdan çıkıyor ortaya ve siz bunu hatırladığınıza şaşırıyorsunuz.

İşte geçen gün ilk defa aklıma geldi seni ilk görüşüm ey sevgili. Tam tamına beş buçuk yıl olmuş. Dile kolay, beş buçuk yıl çok uzun bir süre aslında. Ama o an aklıma kazınmış işte. Aklıma gelince gülümsedim bir an.

Tatilden sonra üniversitenin ilk günüydü. Yeni dönem bilgisayar mühendisleri gelmişti ve bizde kapıda H. ile duruyorduk. İçeriye yeni öğrenciler koşturup duruyordu. Bilgi edinmek için anfide toplanacaklardı.
Sonra sen girdin içeri, hızlı adımlarla anfiye koştururken bana çarptın. Sırt çantanın yanında bulunan su şişesi yere düştü. Eğildim kaldırdım ve sen bana çarptığın halde senden özür diledim. Yüzüme baktın ve hiç birşey demeden yoluna devam ettin.

H.'ya döndüm ve: "Oha lan, çocuk ammada uzun ha." dedim.

Kim bilebilirdi ki bir elli kesir kusur boyumla bir gün bu iki metre uzunluğunda olan adamın benim sevgilim olacağını ...

8/02/2012

Rezervasyon hazır

Bu gün ilk defa dışarıda orucumuzu açacağız. Bu güne kadar hep evdeydik. Arkadaşlarla sözleştik ve bir türk restoranında rezervasyon yaptırdık.
Akşam Almanya saati ile 21:16 da 9 kişilik grubumuzla orucumuzu açacağız. Grubumuz çok karışık aslında yani dil ve ırk olarak fakat hepimizi birleştiren bir nokta var oda ramazan.

Onun haricinde bugün ilk defa sevgilimde bizimle birlikte bir türk lokantasına gelmiş olacak. Kendisi vejeteryan olduğundan dolay bugüne kadar bir türk lokantasında yemek yemedik. Bol etli türk lokantasına nasıl götüreyim ben Sebastiani ;) Bu akşam pilav, makarna, bol salata idare edecek artık beyefendi. Bakalım türk lokantasını sevecekmi?

Hafif heyecan yaptım aslında. Birde diğer gelecek olanlar arkadaşlarla nasıl anlaşacak onu çok merak ediyorum. Çok sakin sessizdir Sebastian, tanımadığı insanlarla kolayca kaynaşamaz onun için bu akşam kendini nasıl hissedeceğini çok merak ediyorum. Ama benim için gelmesi bile yeterli, bana değer verdiğini gösteriyor sonuçta. Hadi öptüm seni blog, sizide blogcular