12/30/2012

Mila'nin cekilisi var

Sevgili Mila'nin cekilisi var. Kitap sevgisi baska birsey onun icin sadece kitap cekilisi yapan bloggerlerin cekilislerine katilmaya calisiyorum.

Kitabi cok kisa tanitmis Mila. Ben bu güne kadar hic duymamistim. Sansimi denemeliyim. Belkide bana cikar.


Cekilisi icin buradan ~~~>

Gelin


Son günlerde etrafımda yaşanan olaylardan biraz yoruldum aslında. Sana ne dediğinizi duyar gibiyim, fakat ben bazı olaylara duyarsız kalamiyorum.
Gelinden bahsetmistim size. Bebeğini kaybetti ne yazık ki ama kendisinin iyi olması daha önemli. Fakat kendisini doğru dürüst anlamayan bir koca, bilmediği bir memleket, bilmediği bir dil ve aileden çok uzaklarda olan gelin, buna daha ne kadar dayanacak bilmiyorum.
Anladım ki, her şeyin yolun yine sevgiden geçiyor. Emekten geçiyor. Birbirini sevmeden, sadece görücü usulü ile, bir kas, bir göz beğendiğiniz için evlenilmemeli.
Evlenilmemeli ve elin kızını alipta başka memleketlere getirmemeli.
Madem getiriyorsun, madem evinden, barkından, ailesinden koparıp getiriyorsun, sevmeli ve değer vermelisin.
içim isinmadi, kanım kaynamadi, ben daha ilk günden bir hatasını gördüm dememelisin. Bu kadar basit olmamalı, bir genç kızın hayallerini yıkmak.

12/26/2012

Gergin saatler

Az önce dün akşam 10 kişiyi ağırladığımızı anlatmıştım. Bunların arasında bir kaç ay önce Türkiye'den gelen bir gelinimiz vardı. Kendisini çok seviyorum. Çok cana yakın. Ve buraya ailesini bırakıp gelen her gelin yada damat gibi, bir nevi öksüz ve yetim.
Biz ona kucak açtık, çok sevdik. Oda bizi sevdi herhalde.
Kendisi yaklaşık bir kaç haftalık hamile ve biz hepimiz çok sevinmiştik. Kendisi daha çok erken diye düşünüyordu fakat korunmadığı için tabiki gebe kaldı.
Bu olay bana bir kere daha, ne kadar cahil insanlarımızın olduğunu ve ilkokulda burada neden bu konularda açıklayıcı bir ders verildiğini göstermiş.
Neyse dün akşam bizde otururken bir kaç kere tuvalete gittiğini fark ettim gelinin ve gebe olduğu için olduğunu düşündüm. Biraz evvel eşinden telefon aldık, meğerse dün akşamdan beri kanaması varmış garibimin ve söylemekten utanmış.
Galiba bebeğini kaybediyor :(
Anlıyacağınız gergin saatler başladı. Umarım Allahım hayırlı olanı eyler. Çok üzgünüm.
Anneciğim "utancından ağrılarını, sancılarını çocuklarına bile söylemeyemedigi için kaybettim annemi. Ben sağlık konusunda hiç bir zaman utanilmamasi gerektiğini ve ister kadın olsun, ister erkek olsun, hiç bir doktordan cekinilmemesi gerektiğini öğrendim" diyor.

Evet, sağlık konularında gerçekten de utanilmasi gereken hiç bir durum yok.

Böyle böyle günler ...

Tam tamına beş gündür evden hiç çıkmadım dersem yalan olmayacak. Noel tatiline girdigimizden dolayı ve her yerin neredeyse her gün kapalı olmasından dolayı, bende bu saatleri evde ailemle geçirdim.
Gurbet elde bizim bayramlarımız hafta içine geldiği için, bayramlardan seyranlardan pek birşey anlamayan biz, noelin gelmesi ve herkesin aynı anda evde olmasını fırsat bilip bir sürü misafir ağırladık ufak evimizde.
Teyzemler bu aralar Almanya'da çocuklarını ziyarete geldiler. Onlar geldiler bir akşam. Dün akşam da babamın iş arkadaşı geldi hanımı ve kardeşi ile.
Tam tamına 10 kişi ağırladık. Saatler ne çabuk geçti, hangi ara sabah oldu fark etmedik.
Haliyle bu gün biraz geç kalktım.
Sanki bu gün pazar ve ben sanki zamanı kaybettim. İyiki türk tv'si varda hafta içi olduğunu fark ediyorum böylelikle ...
Böyle böyle günler işte.

12/22/2012

Noel tatiline girdik

Perşembe akşamı Mainz şehrinin noel pazarında buluştuk üniversiteden arkadaşlarla. Hava yağmurlu olmasına rağmen noel pazarında yaklaşık 3 saat vakit geçirdik. Elimizde sıcak kırmızı şaraplarımız bir standın çatısı altında durup, sohbet ettik.
Pazardan ayrıldıktan sonra şehir içinde bulunan bir kafede oturup bir kahve içelim düşüncesi vardı herkeste, fakat kafelerin tıklım tıklım dolu olmasından dolayı eve gittik.

Eve vardığımızda sevdiğimin annesi ve babası bizimle birlikte Sherlock Holmes dizisine bakmak istediler. Ben Sherlock Holmes filimlerine, dizisine daha önce hiç bakmamış, kitaplarını hiç okumamıştım. İngilizce olduğu için sevdiğimin annesi babası biraz zorluk çektiler anlamakta, fakat ben çok beğendim.
Sherlock ve Watson


Ben böyle dedektif dizilerini, olayların çözüldüğü şeyleri çok severim. Kendi beynimin biraz çalıştığı, acaba olaylarda kimin suçu var diye beyin fırtınası yapmayı seviyorum.
Demem o ki, galiba yeni bir Sherlock Holmes hayranı yaratılmış oldu böylelikle.
Bu aralar elimde bulunan kitapları okumadan, yeni kitaplar almamaya karar verdiğim için Sherlock Holmes kitaplarını almayacağım.
Arkadaşımda varmış, zamanı geldiğinde ödünç alıp okuyacağım.
Buda böyle geçirdiğim bir akşamdı işte.
Noel süslemeleri

Üniversiteler, okullar noel tatiline girmiş bulunuyor dünden beri.
Bu gün her yer açık. Pazarları burada her yer kapalı. Pazartesi günü 24. Aralık, hristiyan inancına göre İsa'nin doğumu olduğundan noele denk geliyor ve o gün herkes kiliselere gidiyor ve ibadet ediyor. Her yer kapalı, her yerde bir sakinlik var. Çok sessiz olacak buraları. Salida her yer kapalı. İki yıl arası diye tabir ettikleri, yani noelden sonra ve yılbaşından önce bulunan günlerde yine çalışılıyor. 27. ve 28. Aralık böylelikle yine gayet normal bir günmüş gibi devam edecek ve yılbaşı kapıya dayanacak.
Günler çok çabuk geçiyor. Herkese güzel bir tatil diliyorum.

Resimler alintidir.

12/20/2012

Bir dil, bir insan. Yarim yamalak, yarim insan

Canım annem türkçeyi güzel bir şekilde konuşmamız ve yazmamız için her zaman elinden geleni yaptı.
Almanya'da okullarda türkçe ana dili derside veriliyordu bir aralar, hala veriliyormu bilmiyorum. Okuldan mezun olalı yıllar oldu.
Benim gittiğim ilk okulda türkçe dersi hocası derste çocuklara İnek Şaban filimleri seyrettiriyordu. Bu yüzden annem türkçe derslerine katılmama izin vermedi. Benim çocuğum türk filimlerini evdede seyreder dedi.
Evde türkçe gazeteler okuyarak, türkçede bulunan farklı harfleri öğrenerek büyüdüm ve türkçe hocam annem oldu.
Yazı yazmayı bu yüzden çok seviyorum. Ana dilimde kullanabildigim bir sürü güzel kelime hazineleri var.
Bir kelimeyi anlamadığım taktirde hemen sözlüğe bakarım, yazılma şeklini kontrol ederim.
Bazen kurulan cümlelerin yanlış olduğunu fark eder, insanlara doğru olanı öğretmeye çalışırım.
Demem o ki, bir insan kendi ana dilini konusamiyorsa yarım bir insan benim için. O yüzden yurt dışında büyüyen, yarım yamalak türkçe, yarım yamalak almanca konuşanlara üzülüyorum.
Cümle içinde şehir isimlerini büyük yazmayanlara, cümle başında büyük harf ile baslamayanlara kızıyorum.
Bir çok okuduğum blogu bu yüzden silmisligim vardır benim.

İnternet dilinden hiç hoşlanmıyorum mesela.
Nslsn cnm naber yeaahhh? 
Bu gibi cümlelerden nefret ediyorum.
Korkunç güzel.
Başka bir örnekte yukarıda yazdığım cümledir. Karar ver canım ya, korkuncmu yoksa güzelmi?

Türkcemizi güzel kullanalim. Klavyemde türkce harfler yok, bazen kendime bile sinir oluyorum ben ;)

12/19/2012

Blog listemde görmek istediklerim & istemediklerim -mim-

Uykum gelmeden biraz daha dolanayim blogları okuyayım derken birde ne göreyim, sevgili Melodram beni mimlemis.
Aboww dedim birden içimden :)
Hadi o zaman mime cevap vereyim.



Blogunda Okuma Listende Görmek İstediklerin ve İstemediklerin Nelerdir?

Görmek istediklerim: Samimi olan herkesi okuyorum. Kendinden bahsedenleri, şiir yazanları, yaptığı güzel el işlerini paylasanlari, gizli saklı benim gibi günlük tutmaya çalışanları. Yorum yapan bloggerlere samimi bir şekilde cevap verenleri görmek istiyorum. Kendi cektikleri resimleri, photoshop kullanmadan paylasanlari görmek istiyorum.

Görmek istemediklerim: Sadece küfür kullananları, bilmem kaç takip edeni olduğu için burnundan kıl aldırmayıp fenomen ayaklarına yatanları, moda bloglarını ( o kadar çoklar ki, artık böeehh). Okuyucu olarak kayıt olupta kendi bloglarını takibe almayınca gidenleri görmek istemiyorum.

Bu mimi de bu sevgili insanlara pasliyorum
- Cagla Deniz
- Balik (Neptünlü bir deniz kizi)
- Sevdanin Dünyasi
- Monabeille
- Gece Yürüyüsü
- Bifincankahve

Not: Mimlerken, mimledigimiz arkadaşların isimlerini yada bloglarını buraya link olarak koymanın en basit yolu nedir? Her defasında canım çıkıyor, adresleri bir araya getireceğim diye. Kolay yolu varsa, birisi öğretsin ağa ;)

Diyaloga gel

Bu akşam ailenin diğer ferdleri evde olmadığı için minik köpeklere dikkat eden sevdigimden gelen mesajda şöyle yazıyor:

-Mutfakta internet hiç çekmiyor ve cep telefonun 3g bağlantısı da kötü.
+Annen, baban nerede ki?
-Babam öğretmen arkadaşları ile noel pazarında, D.(annesi) ve C. (kız kardeşi) de atların yanında. 

+D. (anneye isimle hitap edilmez) birazdan gelir muhakkak.
-Neden?
+Biz türklerde anneye, babaya, dedeye, neneye isimle hitap etmek çok ayıptır. Kendinden büyüklere isimle hitap etmek ayıptır. Dikkat edersen bak babam dedin, S. demedin.


Diyaloğa gel. öğrenecek efendim. Yavaş yavaş öğrenecek ;)

MiM

Canim arkadasim Eda tarafindan mimlendim. Bu onun ilk mimi ve bende bu mimi daha önce gördüm fakat mimlenmdigim icin katilmamistim.

Evet efendim gelelim sorulara.

- Mantığın mı yoksa Duyguların mı ön plandadır?
 Ben duygusal bir insanim. Ilk adimi atarken genellikle duygularimla haraket ederim. Bu güne kadar yasadigim aksilikler de her zaman duygularimla haraket ettigimden dolayi basima gelmistir zaten.
Son yillarda mantigimla haraket etmeyi ögrendim.

 -İnsanlar niye mutlu değiller? Niye gözlerinin önündeki mutlulukları görmüyor ve şükretmesini bilmiyorlar?
Ufacik seylerden mutlu olmayi ögrenmek zordur. Her zaman daha fazlasini isteyen insanlar bu yüzden etrafinda ki güzelliklere sükretmeyi bilmiyorlar. Baskasina özenen, hep baskasinin mutlulugunda gözü olan insanlar, bu yüzden mutlu degiller.
Elimizdeki ufak seylerin kiymetini bilelim.

-Çok para harcayıp keşke almasaydım yada harcamasaydım dediğin bir şey var mı?
Düsünüyorum da. Bende canta almak manyakligi var galiba. Bir cok aldigim cantayi kullaniyorum fakat bazi cantalarda verdigim paraya sonra üzülüyorum ve pisman oluyorum. Onun haricinde keske almasaydim dedigim esyalar yok.

-Haklı olduğun bir konuda hakkını savunur musun yoksa susmak adalet mi dersin?
Hakli oldugum bir konuda kendimi tabiki savunurum. Bu savunma cogu zamanda karsimdakinin anlama kapasitesine bagli.
Annemin bir lafi vardir: "Cahille ugrasilmaz" der
Bende bunu hic bir zaman kulak ardi etmedim.
Baktim ki karsimdaki cahil, yada tartistigimiz konu hakkinda hic bir fikri yok ve yinede fikir yürütmeye calisiyor, bildigi gibi olsun der susarim.

-Tok gözlü müsün yoksa herşeyim olsun diyenlerden misin?
Insanlar neden mutlu degiller sorusunda buna neredeyse cevap verir gibi oldum. Ben ufak seylerle mutlu olmayi bilen bir insanim. Elimdekine her zaman sükrederim Bu yüzden kendimi tok gözlü olarak adlandiriyorum. Herkes her konuda herseyi olsun ister fakat buna caba göstermesi gerekir.
 
Evet efendim bir mimin daha sonuna geldik. Bu arada biz yurtdisinda yasayan bloggerler icin türkce klavye kullanmak gercektende zor. Harflerin yerini bulana kadar canim cikiyor. Bu sefer türkce klavye kullanmadan, türkce harfleri kullanmadan yazimi yazdim. Okuyuculara sorum: Okumak zor oluyormu? Rahatsiz ediyormu?

Sevgiler

 Not: Bu mimi bir cok blogger arkadasim yapti zaten. Yapmak isteyenlerde kendilerini mimlenmis hesap etsin.

 

12/18/2012

Günce

Bu sabah çok sevdiğim bir arkadaşımla bir saatliğine olsada buluştuk. Kendisi liseden arkadaşım ve hala her fırsatımızda görüşüyoruz.

Kendisinin bu sabah manikürcüde randevusu vardı. Oya'cığımı oradan aldım ve erkenden bir türk lokantasına gittik.

Kırmızı frençde harika duruyor yani

Türk lokantasına sabahın onunda gittiğimizden dolayı çalışanlarda şaşırdı ama bizim niyetimiz belliydi.

Burada Türkiyedeki gibi sabah çorbacıları yok ama biz yinede dün akşam yazışırken çorba içeriz diye sözleşmiştik.

Ben mercimek çorbası, Oyamda işkembe çorbası içti

Sonra Oya üniversitede derse gitti bende sevdiğimi ziyarete gittim. Sevdiğimin iki tane kocaman pyrenees dağ köpeği var ve yavrulari oldu. 
Ben bu kadar şirin birşey görmedim. Beni tanıdığı halde yavrularının yanına yaklaştığım için kıyameti koparan köpeği de alıp bağrıma basasim geldi. Anne çünkü o, her anne gibi yavrusunu sakınıyor.
Miniklerimiz 
Daha gözleri açılmadı miniklerin. Su an 8 günlükler ve köpeklerin gözleri onuncu günde açılacak inşallah. Takip etmeye devam edeceğim bu şeker şeyleri. En kötüsü hepsini satacak olmaları. Çünkü evde zaten iki tane var ve çok büyük oluyorlar. Bu beş tane minige yeni sahipler aranacak.

Dönüşte bindiğim tramvay bozulunca yol üstünde inmek zorunda kaldım. Burasida Mainz şehrinin meşhur cam fabrikası.

Hadi hepinize iyi akşamlar. Bir sonraki yazıma kadar esen kalın. 

Günün Fotoğrafı

Pembe. Kendileri bavul şeklinde ufak bir kumbara.

12/17/2012

Gökkuşağı Mimi




Canım Çaglamda gördüm. Aslında bir çok bloggerde gördüm ve bende yapmak istedim.
Ve kader böyle istedi ki Çaglanın gökkuşağında bulunan kitaplarından birtanesi bendede var. :)

Sarimtrak: Dostoyevski - Suc ve Ceza
Siyah: Ayse Kulin - Veda
Sari: Awista Ayub - Kick it in Kabul
Pembe: Chris Bos - Club der verliebten Dichter ( Aşık şairler kulübü, çeviri bu)
Mavi: Sevim Özün - Anlama Noktasi
Turuncu: Nazan Bekiroglu - isimle ates arasinda. (Su an okuyorum)
Gri: Sule Yüksel Senler - Huzur Sokagi

Tartışılan yazılar Vol.1

Şimdi yazdığım yazıya da binbir çeşit yorum gelecek. Herkes bir şekilde kendini diğer arkadaşıma verdiğim değer ile karşılaştıracak.
Mırın kırın edecekler, vay ona yazı yazıyorsun da bana yazı yazmıyorsun diye beni sık boğaz edecekler. işte bu yüzden tüm yazılarımı buraya yazar oldum. Ama kimse benim kime nasıl değer verdiğime karışamaz. Gelen tepkilere kulak asmamam gerekiyor aslında. İnsanlar her zaman bir şekilde birileri ile kıyaslanırlar, yada kendilerini kıyaslarlar.
Ama şunu demek istiyorum ki, normal bir günde hiç aklına gelmediğim insanlar, facebookta ben yazılarımı paylaştığımda altına "hmm?", "kime yazdın?" diye not bırakmaktan kaçınmıyorlar.
"Sanane" demek istiyorum çoğu zaman. Okudun madem, düşünceni kendine sakla. Yorum yapacaksanda kırıcı olma. Off yine bunalttılar beni ya.

12/14/2012

1iyokmu


1iyokmu? Hangimiz bu soruyu sormuyoruz ki kendimize? Bazen kendimizi o kadar yalnız hissediyoruz ki beni dinleyecek 1i yok mu diyoruz.
1i yok mu blogunu bu yüzden çok sevdim. Kulağa tanıdık gelen bir cümle, sizi merakla bloguna yönlendiriyor.

Kendisini Melodramin magazini sayesinde tanıdım, bir baktım ki kendileri de benim blogcanimi takibe almış. Teşekkürler efedim.

Blogun tüm yazılarını daha okuyamamis olsamda, kaleminin gücüne, kullandığı kelamlara bayıldım.
Anladığım kadarıyla kendisi öğretmen ve günlük olayları kendine has bir dille çok güzel bir biçimde anlatıyor.

Heleki bir yazısı var "Her bir bokolog" bunu çok sevdim. Hayatımızda hepimizinde gerçekten her b.ktan haberi olan insanlar var ve onlara bokolog adını vermiş 1iyokmu.
Benim anlatmamla bitmez. Güzel bir blog daha. Buyurun buradan alalım. 1iyokmu

Off, poff

Bu gün biraz aylak bir günümdeyim. Çarşamba akşamı gittiğim noel pazarında çok üsüdügümden dolayı dün bütün gün başım ağrıdı. Birde sevdiğimin cep telefonunu kırmam da üzerine tuz biber ekti tabiki. Eve geldiğimde saatlerce baş ağrısı ile uğraştım. İki hap yuttuktan sonra ancak biraz düzeldi ve rahatça uyuyabildim.
Fakat bu sabah kalktığımda dışarıda ki soğuktan dolayı dışarı çıkmadım ve bu gün sadece tek bir dersim olduğu için üniversiteyi ektim.
Şimdi sabah 9da ayağa kalkmış bulunmaktayim ve evin içinde ne yapacağımı bilmeden dolanıyorum. Ders çalışmaya halim yok. Hala başım ağrıyor. Ayağından ameliyat olan arkadaşımı ziyarete gidecektim fakat bunada mecalim yok.
Zaten kimse ben gelmedim diye kusura bakmaz, biliyorum.
Demem o ki, aylak bir gündeyim ve pazar günü bir terminim olmasa, pazartesine kadar kendimi eve kapatmak istiyorum.
Off, poff yani.

12/13/2012

Gunun Fotografı - Mutluluk

13. Mutluluk
Mutluluk şu an günlüğüme içimi dökmek.




14. Kuş

Gitti güzelim telefon

Dün aslında çok güzel bir gün geçirdim. Üniversiteden arkadaşımızın tez sunumu vardı ve bizde sevdiğimle tez sunumuna katıldık.
Arkadaşımız böylelikle üniversite döneminde en zor aşamayı ardında bırakmış oldu. Tez sunumundan sonra Ebru hepimizi ilk önce evinde ağırladı ve birlikte sohbet edip, kahve içtik.
Sonra üniversiteden arkadaşlarımızla ve profesörlerimizle birlikte noel pazarına gittik.
Noel pazarında da onca soğuğa rağmen güzel saatler geçirdik ve akşam 9'da arkadaşlarımızdan ayrıldık.
Tren istasyonunda beklerken tam elimi sevdiğime uzatmistim ki, kendisi de ceketinin cebinden o arada cep telefonunu aldı. Elim cep telefonuna çarptı ve yere düştü. Lanet olsun iPhone sevgisine. Telefon yere düştü ve ön cami tamamen kırıldı.
Ufak çapta bir şok yaşadım. Çok üzüldüm. Eve gittiğimizde hatta ağladım. Sebastian bana sarılıp bu kadar önemli olmadığını söyledi ama ben tamir ücretini karsilayacagimi söyledim.
İnternetten araştırdım şimdi. iPhone 4S telefonların da ön cam tamamen telefonla birleşik olduğundan dolayı, tamir için tüm telefonu açmak gerekicek. Tamir parası da bu sebepten dolayı biraz yüksek, fakat benim suçum. İstemiyerek oldu ama yinede tamir parasını karsilamazsam içim rahat etmeyecek.
Tüm gece kendimi harap ettim diyebilirim. Sonuçta sadece bir telefon, bu kadar üzülmemem gerekiyor belki ama, telefonunu iş yeri için ve özel notlar için kullandığından dolayı, sinirlerim alt üst.

12/12/2012

Kız dediğin ka$indan belli olur


Hormon bozukluğu diye bir illet var insanları altüst eden. Ben yıllardır hormon bozukluğu yüzünden tedavi görmüş bir insanım. Erkeklerde nasıl bir sorun yaratıyor bilemiyorum ama kadınlarda gerçekten de sinir yıpratıcı.
Gövdenizin belirli yerlerinde aşırı derecede tüylenmeler oluyor. Erkeklik hormonunun çokluğundan kaynaklanıyor.
Kollarimda, yüzümde, ve gövdemin başka yerlerinde tüylenmeler sonucu yıllarca tedavi altında bulundum. Bir sürü ilaç denedim ve son yıllarda en sonunda ayarına girdi hormon bozuklugum. Lazer tedavisi gördükten sonra, tüm tüylerimden arindim. Onun için internette hanımların bıyıkları ile, yada kalın kaşları ile dalga geçen erkeklerden tiksiniyorum. Bir insanın neden tüylü olduğunu, bunun bir hastalık olduğunu düşünmeden yargılamak çok kolay. Kendileri kıllı göğüsleri ile, gömleklerinin ilk üç düğmelerini açarak salına salına dolanırken, bizim göz zevkimizi bozduklarını hiç düşünemiyorlar ama. (Ay pardon, erkek dediğin kıllı olur, degilmi?)

Esmer bir hatun olduğumdan dolayı en çokta yüzümde ve kolumda bulunan tüylerden rahatsız oldum herzaman.
Kalın ka$li bir ufak çocuk, daha sonrasında da genç kız olarak dolandım yıllarca. Annemin "genç kız ka$indan belli olur" tezinden dolayı kaşlarımı aldırmadım ve bir çok insan tarafından alay konusu oldum.

Yaklaşık 5 sene önce kız kardeşim kadar yakın bir insan evlenirken kaşlarımı en sonunda aldırmaya ikna ettim annemi. Kaşlarım alındıktan sonra aynada kendime baktığımda, güzelligimin farkına vardım ve gözlerim doldu.
Düğünde gelin hariç benim kaşlarım söz konusu oldu.
O günden sonra bana "ay sen ne güzel bir kizmissin, vay yavrum ne hoş olmuşsun" diyenler oldu.
Bir zamanlar benimle alay eden erkekler etrafıma dönmeye başladı.
"Sende bir değişiklik var, güzellesmissin, ne yaptın?" soruları ile de karşılaştım. Şimdi bütün bu etrafımda dolanan, bir zamanlar benimle dalga geçip, ruhumda nasıl yaralar açtıklarını fark etmeyen insanların etrafımda bana iltifat etmesi o kadar gülünç geliyor ki, anlatamam.

Hepsine "buyurun sağdan alalım. Orada birbirinizi yağlayın ..." demek istiyorum. Söz verdim küfür etmeyeceğim.

Günün Fotoğrafı - Kalem

12. Kalem
Bu aralar yazılarım karışık. Kusura bakmayın.

12/11/2012

Köy Çocuğu


Köy çocuğunu facebook'tan severek takip ediyordum zaten. Kendisi resim çekmeyi çok seviyor ve neredeyse her gün çok güzel resimler paylaşıyor blogunda. Kimi zaman resimlerin altına düştüğü tek cümle ile binbir anlam katıyor resimlerine.
Köy çocuğu tabiri onu dahada bir sevimli yapıyor. Köyümüzün çocuğu işte. Okuyucularım arasına katılmış kendileri de. Çok sevindim ben bu duruma. Bu arada galiba magazinsel tadına olmaya başladı bu okuyucu tanıtma bölümü. Acaba Melodram'a söylesemde önümüzde ki blogger magazinde bana muhabirlik görevi verirmi. ehe ehe.
Köy çocuğu'nun bloguna göz atın. Köyümüzün çocuğu işte.

Cem diye biri


Merhaba blog,

günden güne takipçi sayım artmakta ve ben bu senenin başında bu gizli karakteri yaratırken kendi kendime yazarım rahatlarım diye gelmiştim buralara. O günden beri çok güzel arkadaşlıklar edindim, çok sevecen insanlarla tanıştım ve hatta bazıları ile düzenli olarak mailleşmeye başladık.
Her gün yeniden bir göz atıyorum takipçilerime ve onların da blogları varsa, inceliyorum. Takip edeni takip etmek istiyorum, bazen muallakta kalıyorum, takibe almazsam eğer ayıp etmiş olurmuyum diyorum.

Sonra "Sen elma'yi seviyorsun diye, elma da seni sevmek zorunda değil" dizeleri geliyor aklıma ama ben neredeyse tüm okuyucularımı takibe aldım.
Bu gün sabah baktığımda Cem katılmış okuyucularımın arasına. Sayfasını çok beğendim. Çok sade ve okurken gözü yormuyor. Ben genellikle yazı şekline bakarım bir blogu takip etmeden önce. Sonra yazılanları incelerim, benim sevdiğim şeylerle uyuşuyormu diye. Bazende sadece renkler çarpar gözüme ve ben bu blogu takip etmeliyim derim.
Tamamen piskolojime bağlı yani.

Cem kısa ve öz yazılar yazıyor, ki buda bir blogu takip etme kriterlerimden birisi. Son zamanlarda nedense çok uzun yazılardan bıkar oldum. Tabiki zevkle okuduğum blogger arkadaşlarımın uzun yazılarını tenzih ederim.

Evet "Cem diye biri" okuyucularım arasına katılmış. Sizde bir göz atın isterseniz.

Günün Fotografı - Aşk

Aşk

12/10/2012

Sonumuz ne olacak?


Bu gün üniversitede eski bir okul arkadaşımla karşılaştım. Ben ofisimde oturmuş çalışıyordum ki, bir baktım kapalı bir bayan ofislerin kapı numaralarına bakıyor.
Kendisi bir zamanlar benim bölümümde okuyordu ve yaklaşık 4 sene önce üniversiteyi bitirdikten sonra Türkiye'ye temelli dönüş yaptı. Üniversiteden tanıştığı biri ile evlendi. Çocukta zaten sadece öğrenimi için Almanya'ya gelmişti.
Ankara'da yaşıyorlar. Başlarda Facebook üzerinden sohbet ediyor, ara ara birbirimize mesaj atıyorduk. Sonra Facebooktan sildi kendini. Eşi kızıyormuş. FBI falan filan, tüm bilgiler kayıt oluyor derken kıza zorla kapattırmış hesabını.
Bu gün kucağında çocuk ofislerin kapı numarasına bakarken aniden adımı bağırması ile şaşırdım. Arkadaşımı gördüğüme çok sevindim. Neler yaptığını, Türkiye'ye alışıp alışmadığını sordum. "Alisiyorum" dedi. Oğlu çok tatlıydı. "Esin iş buldumu, calisiyormu?" diye sordum. Çalışıyormuş. Bakanlıkta ise girmiş.
"Sen evdesin tabiki" dedim. Kucağındaki oğluna bakarak "Evet, ama çalışmak istiyorum. Çok bunaldım." dedi.
O gittikten sonra oturup düşündüm. Sonumuz bumu olacak diye? Yani biz evde oturup çocuk bakmak icinmi okuduk bunca sene diye sordum kendi kendime. Hayır ya, ben bunu istemiyorum. İlk önce çalışıp birşeylere yaradığımı fark etmek istiyorum.
Demem o ki. Hayata kendi hatalarım yüzümden biraz geç başlayacağım belki ama, çocukta yaparım kariyerde :))

Günün Fotoğrafı ~ Yaprak

Yaprak


12/09/2012

Elime geçer ...

Nihade abla üçüncü oğlunu sünnet ettirdiğinden dolayı bu gün camiide mevlüt yapıyor. Kadının niyeti mevlütten sonra yemek dağıtmak, ondan sonrada çiğ köfte yoğurup herkesin tabağına koymakmış.
Hoca'nın hanımı çığ köfte çiğ et olduğundan, mekruh olduğunu ve camiide dağıtılmayacağını söylemiş. Böylelikle Nihade ablanın hevesi kursağında kaldı. Kadın şaşkın, ben şaşkın, millet şaşkın. Çiğ köfte yemenin mekruh olduğunu ilk defa duyuyorum ve araştırmalarım sonucu, hiç bir yerde mekruh olduğunu bulamadım. Bununla ilgili bilgisi olan varsa bana yazsın bir zahmet.

Ama birazda sinirlendim yine ben. Hep böyle ufak tefek şeyler çıkarıp bir türlü insanların heveslerini kursağında bırakan hoca hanımları var. Sen neden karışıyorsun ki kadının ne yemek vereceğine?
Böyle böyle insanlar birbirinden soğuyor. Camiiden yada dinden soğutuyorlar demiyorum dikkat ederseniz, insanı insandan soğutuyorlar. Kimse karar vermemeli, kimin camiide ne yemek dağıtacağına.
Buna benzer olaylar her gün yeniden yaşanıyor.
Sinirleniyorum bende. Onun için bu gün mevlüte gitmiyorum. Hoca'nın hanımı elime geçer, çenemi tutamam. Allah korusun. :)


12/08/2012

Allak bullak birşey oldu bu


Bu aralar kafam karışık be blog. Bazen buraya bir yazı yazıyorum. Vay ne güzel bir yazı yazdım, keşke gerçek kimliğim altında yayimlasaydim diyorum. Bazende gerçek kimliğim altında bir yazı yazıyorum, tüh lanet olsun keşke onu oraya yazmasaydım ya Su'da yazsaydım diyorum.
Evet Su'yu yaratırken pekte uzun düşünmedim aslında. Su adını çok seviyorum, ileride kızım olursa koyarım belki diye Su'yu yarattım.
Annem Su'da neymiş, isim dediğin iki hece olur desede ben yinede Su'yu seviyorum ya. (Bu arada annem Su'yu tanımıyor tabiki ;))

Kendi kimliğim altında yazdığım yazılarımda duygusallıkta vardı, sinirde, politika da. Her anlamında ben vardım aslında. Sonra nereye gidersem gideyim duygusal yazılarımı eleştirir oldu insanlar. Kendimle ilgili pek fazla şeyi son yıllarda etrafımda ki insanlara anlatmama kararımdan dolayı, insanlarda benden birşey ögrenemdikleri için aklınca yazdığım duygusal yazılardan anlam çıkarmaya çalıştılar.
"vay seni gidi, kimi anlatıyordun o yazıda bakalım?" diye sorularla karşılaşmaya başladım ondan sonra. Annem babamda okuyor blogumu. Onlarında kafalarına hile hurda soktular. Yazamaz oldum ondan sonra. Sinir oldum kendi kendime. Bu yazıyı yayımlamasaydım keşke, bıraksaydım da defterimde kalsaydı dedim. Ama ben yazı yazmayı çok sevdiğimden bu yolu seçtim.

Durulmayan bir Su'yu yarattım. Su kimliğini çok sevdim. O kadar çok sevdim ki Su diye bağırsa yolda biri, döner bakarım, o derece yani.
Ama bazen bunalıyorum blog. Bir resim eklemek isteyince, yada bir yazı yazmak isteyince muallakta kalıyorum Su'ya mi eklesem, diğer blogamı diye? Off yani ...

Beni merak edenler de oluyor tabiki. Blogger arkadaşlardan seni çok merak ediyorum Su diyenler oluyor. Bazıları kimliğimi biliyor. Diğer blogumuda takibe aldılar sağolsunlar. Bazen bir bloggerın yazdıklarını çok seviyorum. Bir bakıyorum okuduklarım bölümüne, iki adresimde var çok mutlu oluyorum. Ama kafam karışıyor blog. Neyi nereye koyacagimi, kendimi nereye saklacagimi bilemiyorum. insanların bu kadar saçma olmasından bunaldım. Etrafımda ki insanlardan bana daha yakın olan blogger arkadaşlarıma sevgilerimi sunuyorum bu sayede.
Etrafımda bulunan ve beni anlayan eşi benzeri bulunmayan gerçek arkadaşlarıma da teşekkür ediyorum bir yandan, beni ben olduğum için sevdikleri için.

Resim alıntıdır

12/05/2012

Sefiller


Günlerdir elimde dolandirdigim Sefiller kitabını bu gün bitirdim ve bitmesine açıkça üzüldüm.
Çok etkileyici ve sürükleyici bir kitaptı benim için. 18. yüzyilda geçtiği için kullanılan dil de çok hoşuma gitti.
Bir kürek mahkumu olan Jan Valjan'in hapisten çıktıktan sonra başına gelenleri anlatan kitapta karakterlerin hepsi çok çarpıcıydı.
Gerçekten de hayata 1-0 malup başlayan sefiller var. Bu kitap bir sefilin başına gelenleri ve yinede bir şekilde hayata tutunma hikayesini anlatıyor. Olaylar çok ilginç ama ben bir kitabın içinde okuduklarımı anlatmakta hiç bir zaman iyi olmadım. En iyisi sizde okuyun.

Vikipedi icin buradan tik tik

366 gün

Sali günü, yani dün itibari ile sevdicegimle bir seneyi tamamlamis oluyoruz. Bu senenin subatinin 29 cektigini var sayarsak 366 gün.
Hangi ara gecti bu 366 gün farkinda bile degilim ama o kadar güzel gecti ki onunla gecen her günüm. Umarim daha güzel nice 366 gün yasariz.
Tüm bu yazilarimi ona olan anilarimi biriktirmek icin yazdigimi biliyor ve türkce bilmediginden dolayi sözlü olarak bazen ceviri yapmak zorunda birakiyor beni.

Canim sevdigim, seni seviyorum.

12/02/2012

Günün Fotografi 25 - 30

25. Ağaç
Oturduğum yerde en sevdiğim ağaç 

26. Köpük

Bu günü es geçtim. Cünkü köpükle ilgili resim çekemedim

27. Huzur
İşlerimi bitirdim. Çayım bilgisayarım ve ben.

28. Zaman
Kol saatimin pili bitti. Zamansızım.

29. Kış
Noel ağaçları dikilmeye başlayınca, anla ki kış geldi.

30. Lezzetli
Kantinin ekmekleri çok lezzetli


Evet, Kasımın son günlerinde çektiğim resimler de bunlardı. Aralık ayına başlayamadım ben daha. Biraz üşengeç günlerimdeyim.
Kalın sağlıcakla.

Ya topçuya, yada popçuya Vol.2

kaynak: tıkla

Evet, dün akşam tamburcularla tanıştım sonunda. Harika bir akşam geçirdim. Herkesin gözü üzerimdeydi diyebilirim. Sebastianın kız arkadaşı olduğunu bilenler beni merakla, bilmeyenler ise şaşkınlıkla karşıladılar.
28 kişilik bir kadro ile hep birlikte yemek yedik ve saatlerce sohbet ettik. Akşam 7'de başlayan yemeği gece iki buçukta sonlandirdiktan sonra başka bir cafe'de bir gece kahvesi içtikten sonra geceyi dağıldık.
Gece ikide ilk kar yağmaya başladığında arkadaşlardan bazılarının daha arabalarında yazlık tekerlekleri olduğundan dolayı erken kalkanlar oldu.
Geri kalan ekip ile bizde kahve içtik işte.
Gecenin bir vakti yağan karın üzerinde gicirdayan ayak izlerimi dinleyerek ve elimde sevdiğimin eli olarak eve döndüm. Güzel bir gün geçirdim.

11/30/2012

Ya topçuya, yada popçuya

Aralık ayına girmeye bir kaç saat kala geleneksel noel yemekleri de başlamış bulunmakta.
Her sene adettir burada, iş yeri ile, arkadaş ortamı ile, mensup olduğun dernekler ile muhakkak bir noel yemeğine gidersin.
Hangi cuma, cumartesine hangi yemeği sıkıştıracağını şaşırırsın ve bir bakmışsın ki yeni yıl gelmiş ve yeni yılda nereye gideceğiz telaşesi başlamış.

Ben yarın akşam geleneksel noel yemeklerini sevdiğimin mensup olduğu tamburcular derneği ile açacağım.
Evet, benim sevdiğim oturduğu şehirin tambur derneğinin başkanı ve tambur çalıyor. Genellikle de burada karneval olduğunda bir çok yerde gösterileri oluyor. Ne demişler kızı boş bırakırsan ya topçuya, ya popçuya hi hi. Bende tamburcuyu buldum.

Her salı akşamı tamburcular ile buluşup prova yapıyorlar ve her sene aralık ayında noel yemeği düzenliyorlarmış. 15 yıldır bu yemeklere her zaman yalnız katılmış, geri kalan insanlar ya eşleri ile yada kız ve erkek arkadaşları ile gelmiş.
Bu sene ilk defa yanında sevdiği insan olarak tamburcuların noel yemeğine katılacağım için bir heyecanlı, en sonunda bir senedir bir şekilde haberder olduğum tamburcular ile tanışacağım içinde ayrı bir heyecanlıyım efendim.

Önceden rezervasyon yaptırdıkları bir italyan restoranında yemek yiyeceğiz hep birlikte. Herşeyin tıkırında gitmesi için Email ile davete eşlik edip etmeyeceğimizi bildirmiş, hatta ekledikleri menü kartından da yemeğimizi seçmiş bulunuyoruz.
Yarın akşam restorana vardığımızda herşey pürüzsüz bir şekilde olacak ve siparişlerimiz önceden belirlendiği için, herkes birlikte yemek yiyecek. Birtek içeceğimizi ısmarlayacakmışız.
Bakalım, bakalım neler olacak.

Not: Ya topçuya, ya popçuya başlığını okuduğunuzda nasıl bir yazı beklediğinizi de ayrı bir merak ediyorum ;)

11/29/2012

Eli boş gidilmez Vol.2

Dün sevdiğimin teyzesinin doğum gününe gideceğimi söylemiştim. Çok güzel bir akşam geçirdim. 15 kişilik aile kadrosuna dail olmaktan pek bir mutluyum. Bir şarap mahzeninde ilk önce bir bardak şampanya içtikten sonra yemeğe geçtik ve hep birlikte sohbet ederek yemek yedik.

Doğum günü olan teyze beni geçen sefer çok sevdiğini ve sevdiğimin bana iyi davranması gerektiğini söyledi. Sevdiğim ailesinin ilk torunu olduğundan ve aslında benim gibi ilk önce yıllarca yalnız bir çocuk olduğundan dolayı, tüm aile fertleri üzerine titriyor. Sakin sessiz tavrı, herkesle fazla konuşmaması onu biraz aile içinde alay konusu etsede, (sen bizimle konuşma, cep telefonunla uğraş) benimle olan konuşmaları ve ilişkimizin haftaya seneyi-devriyesi olmasından dolayı, ne kadar iyi anlaştığımızı anladılar.
Onun adına mutlu oluyorlar yani ve beni tereddüt etmeden, yabancı olmama rağmen, farklı bir dile ve farklı bir dine menzup olduğum halde ailelerinden birisi olarak saymaları beni çok mutlu ediyor.

Hele bir şirin anneanne var ki anlatamam. Keşke canım anneannem de hayatta olsaydı da tanışma fırsatları olsaydı.
Güzel ve mutlu bir akşam geçirdim yani blog. Haberin olsun. :)

11/27/2012

Eli boş gidilmez


Yarın akşam sevdiğimin teyzesinin doğum günü kutlamasına davetliyim. Kendisi tüm aileyi ve yeğenlerinin sevdiklerini de davet etti.
Sevdiğim hediye konusunu pek önemsemez. Davet edildiği arkadaş doğum günlerine, aile doğum günlerine eli boş gider. Doğum günü hediyelerini zoraki alınan şeyler olduğundan dolayı sevmiyor.

Başlarda bu huyu beni çok şaşırttı. Böylelikle sevgililer gününde ve başka günlerde hediye almadım kendisinden, fakat doğum günümde birşey alacaksın demiştim ve bana ufak bir kalp şeklinde kutunun içerisinde bulunan cukulata almıştı. Önceki yazılarımı okuyanlarınız hatırlar.

Kara kara düşündüm kaç gündür kadına ne alayım diye. Aylar önce beni tüm ailesine tanistirdiginda tanıştığım teyzesi unutmamış beni de davet etmiş. Tabiki birşey almam gerekiyordu. Sebastiana sordum ne alayım, hiç bir fikrim yok diye. "Birşey almak zorunda değilsin" dedi. Zaten başka bir cevapta beklemiyordum.

Dün bir kaç hediye eşyası satan dükkan dolandıktan sonra üstteki resimde bulunan kutucugu aldım. Ahşap bir hazine kutusu, belki içinde takılarını saklar.
içinde de üzerinde "Özel bir insan için" yazan ufak bir şarap şişesi.

Nasıl buldunuz?

11/26/2012

Sen işi bayağı ilerletmissin

Okuduğum üniversitenin 3 farklı yerde kampüsü olduğundan dolayı ve çalıştığım ofisle okuduğum bölüm iki farklı kampüste olduğundan dolayı, iki kampüs arasında gidip geliyorum

Haftanın 3 günü çalıştığım ofiste bulunuyorum diğer günlerde de kendi bölümümde.

Beni son zamanlarda sık sık kampüste gören türk öğrenci kızlardan bu sabah birisi bölümümü değiştirip değiştirmediğimi sordu.
Bende bölüm falan değiştirmediğimi, sadece öğrenci işlerinde kontratlı çalıştığımı söyledim.

"Ohhh, sen işi bayağı ilerletmissin." dedi. Ben bu cümlenin altında her zaman bir art niyet aramışımdır. Bu ne itici bir cümledir yarabbim. "Oh, işi pişirmişsşin" der gibi.
Ayrıca beni tanımıyor bile. Sabahları kantinde kahvemi içerken gördüğü için ve ortak tanıdıklar(dikkat ederseniz arkadaş demiyorum, tanıdık diyorum) olduğu için bana "oh sen işi bayağı ilerletmissin." diyebiliyor.

Sinirlerimi tepeme çıkardı. Bu cümle benim için çekememezlik cümlesidir.
Bu cümle, vay efendim nerelerde çalışıyor kız, biz neden onun yerinde olmayalım ki demektir.

O zaman otur sende bir CV yaz, gönder senide alsınlar Allah Allah. Sanki ben yerime kimse geçemez dedim.

11/25/2012

Demek ki eklemeyeceksin

Bazen Facebooktan arkadaşlık teklifi geliyor. Bende okuduğum bloggerleri ekledim. Kimisi kabul etti, kimisi kabul etmedi. Sağolsunlar. Üye olduğum grublarda yazdığım yazıları okuyanlardan da arkadaşlık isteği geldi ve ben hepsini kabul ettim.
Bazı günler yazdıklarını yada düşüncelerini beğenmediğim insanlar oldu, yinede silmedim.

İki gün önce oynadığım ChefVille oyununda istek gönderdiğim arkadaşlardan bazıları bu oyunu aslında oynamamakta. Bende arkadaşlardan birine "sen oynuyormusun bu oyunu" diye sordum, hayır cevabını aldım.
Bir iki satır konuştuktan sonra bu güne kadar hiç konuşmadığımız için memnun olduğumuzu belirtip, yeniden görüşmek dileği ile konuşmamızı sonlandirdik.

Bugün mesaj kutumda bu isimden bir mesaj: "Bir daha seninle görüşmeyeceğiz. Lütfen cevap yazma."

Haydaa ... Ne olduğunu anlayamadım ama kırıldım açıkçası. Ben bu insana karşı iki satırda bir hata yapmadım, yada yaptıysam ne gibi bir hata yapmış olabilirim ki. Yada ben ne demiş olabilirim ki, bana bir daha yazma diye mesaj almayı hak ettim.

Aslında mesaj atıp "Hayırdır, yanlış birşey mi dedim?" diye sormak geliyor içimden ama benimde az çok bir gururum var. Sormayacağım, kimseyi rahatsız etmeyeceğim ve bundan sonra gelen arkadaşlık taleplerinde bir kez daha düşüneceğim.

İçimizde ki hayvan

Babamla annem dün arkadaşları ile uzakta bulunan bir düğüne gittiler. Bizde oruç tuttugumuzdan dolayı kardeşimle arkadaşımıza gittik ve onlarla birlikte iftar yaptık.
İftarimizi yaptıktan sonra birlikte filim seyrettik ve 22.15'de eve geldik.

Annemle babam daha dönmemislerdi, fakat onlar geç geleceklerini, hatta sabahlayacaklarini söylemişlerdi.
Kardeşimle bu sabah 5'te sahura kalktığımızda bizimkiler hala evde yoktu ve bizde "vay bunlar iyice coştu, bakalım ne zaman gelecekler" dedik.

Sahurumuzu yaptıktan sonra tekrar yattık kardeşimle ve saat 9'da kapının açıldığını duydum. Kalkıp annemlere hoşgeldiniz dedim ve nerede kaldıklarını sordum.
Bütün gece uyumamışlar ve düğünden sonra adamlar biraz eğlenmeye gitmiş.
Bir türkü barında Cansever'in konseri varmış. Erkekler oraya gitmiş, hanimlarda evde kalmış.

Annemin anlattığına göre, adamlar sabah eve dönmüş ve gittikleri her türkü barında kavga çıkmış. Bizimkiler çıkarmamış kavgayı, yanlış anlaşılmasın.
Türkü barların da kavga çıkmasının sebebi ne acaba? Bunu merak eder oldum.
Erkekler genellikle bir iki duble attıktan sonra, herşeyi ve herkesi kendilerine karşı sandıklarından mi, yoksa yanında ki bayana sahip çıkmak için kabadayı ayaklarına takılıp, o arada içkili hali ile başka hanımları rahatsız ettiğini fark etmeden kavga çıkarmasından mi?
Yoksa türkü barları içimizde ki hayvanı mi ortaya çıkarıyor?
Türki dinlemeyi çok severim, sazı çok severim.
Bir kaç kere arkadaşlarla gittiğim türkü barlarında bende rahatsız olduğum için, artık gitmiyorum. Evde acar dinlerim türkümü

11/24/2012

Günün Fotografi 19 - 24

19. Rahat

Ayak ayak üstüne attim tren bekliyorum

20. Minik

Ufacik yüz kremim

21. Arkanda ne var?
Zifiri karanlik gece. Ofise erkenden gittigim gün.

22. Sicak
Sabahlari ofise giderken tren garindan aldigim kahvem.

23. Anahtar

Kardesimin meshur anahtarligi. Bir ben eksigim.

24. Örgü/Yün

Kaldi geriye 6 gün. Bir sonraki etkinlige katilacakmiyim bilmiyorum. Bazi günlerde resim cekmekte zorlandim. Bu ayin listesi biraz zor geldi bana. Bakalim Araligin listesi nasil olacak?

11/21/2012

Kafa nereye ben oraya

Bu aralar gerçektende kafamı kasiyacak zamanımın olmadığını düşünüyorum. Daha aralık gelmeden noel hazırlıkları başladı ve her yerden noel yemeği için davet alıyorum.
Eski çalıştığım iş yerinden ayrilisim ani olduğundan dolayı, iş arkadaşlarım da çok üzüldügünden dolayı bu seneki noel yemeğine yinede beni davet etmişler sağolsunlar. Onun haricinde çalıştığım ofisin de noel yemeği var ve hangi gün bizim için makul diye bir anket başlatmışlar doodle ile. Doodlemiydi adı? Unuttum aman neyse.
Ayrıca yavaş yavaş staj yeri için belirli şirketlere CV'mi göndermem gerekiyor ama su an için tembellik yapıyorum.
Yılbaşı gelecek ondan sonra.Yeni bir yıla gireceğiz ve bu seferde sınav telaşı başlayacak. Bu sefer son dakikada değil daha önceden ders çalışmam gerekiyor.
Yani blog, yogunum ve bir gün bir yerde yorgunluktan sızıp kalacağım diye korkuyorum.
Buda sana sitem dolu, yorgun bir Su'yun yazısı olsun. Kal sağlıcakla.

11/20/2012

Eski sevgiliden dost olmaz

İnsan eskiden birlikte olduğu bir insanı neden takip eder ki?
Anlam veremiyorum. Ben birşeyleri bitirdiğim zaman tam anlamı ile bitiriyorum galiba.
Senden ayrılalı üç sene oluyor neredeyse. Peki sen neden hala beni twitterde takip ediyorsun ki be adam?
Ayda yılda bir giriyorsun herhalde ama, girdiğin zaman neden bana yazıyorsun ki?
Cevap vermiyorum, seni kırmak istemiyorum.
Aslında kırılan ben oldumda, sen hiç fark etmedin. Fark etmediğin yetmiyormuş gibi, yolunda gitmeyen ilişkimizi ben bitirdiğim için, kötü olan ben oldum.
Sabrımın sonralrındayım.
İnsan bile bile birşeylere tutunmayı neden isterki? Benim ne yaptığım, ne yazdığım seni neden ilgilendirir ki?

11/19/2012

Sevmek bir ömür sürer sevişmek bir dakika

Otoparkın içinde "hadi sen arabayı öne çek, ben öyle binerim" diye birşeyler mırıldandı Zeynep.
Ayakta uyuyordu çünkü ve iki arabanın arasından geçip, arabaya binmek istemedi. Kapıyı diğer arabaya sürüp zedelemekten korktu.
Sabahın köründe kalkmış bütün gün çalışmış, ondan sonrada arkadaşlarının ve sevdiğinin gönlü olsun diye gezmeye çıkmışlardı.
Gecenin birinde otoparkta kim nereye binecek mevzusu geçiyordu ve Zeynep bir an evvel sevdiğinin evine gidip uyumak istiyordu.

Orkun arka kapıyı açtı ve binmeden "Benim tarafimdanda binebilirdin sevgilim" dedi. Zeynep uykulu uykulu gülümsedi ve hızlı adımlarla Orkunun açtığı kapıdan arka koltuğa yerleşti.
Yarım saat süren yol boyunca içi gitti geldi Zeynepin. "Ben eskiden bu kadar çabuk yorulmazdim" diye geçirdi içinden.
Orkun ara sıra elini okşadı, bir yandan da arabayı kullanan Cemle her zamanki gibi bilgisayarlar hakkında konuşuyorlardı.

Orkunun kapısının önünde durdu Cem ve "Sabah ben seni alırım Zeynep, yediyi yirmi gece kapıda ol. Böylelikle üniversiteye trenle gitmek zorunda kalmazsın" dedi.
"Tamam, off yediyi yirmi gecemi?" diye söylene söylene arabadan indi Zeynep.
Bu eve ilk gelişini hatırladı ondan sonra. Tam tamına bir sene olmuştu ve o hissettiği heyecanı gelmişti yine aklına.

Orkun her zaman yaptığı gibi bilgisayarın başına geçmişti ve Zeynep daha önce bıraktığı sırt çantasından geceliğini, dış fırçasını, yüz sabununu alıp banyoya girdi. İlk önce dişlerini fırçaladı, makyajını yıkadı ve en son üstünü çıkarıp geceliğini giydi.
Banyodan çıktığında Orkun hala bilgisayarın başında oturuyordu ve yatmaya hiç niyeti yoktu. Orkunun yanağına ufak bir buse kondurup üst katta bulunan yatağa yattı Zeynep ve hemen rüyalara daldı.

Yaklaşık yarım saat sonra merdivenlerden gelen sesten uyandı, gözlerini açtı ve ona gülümseyen Orkuna baktı.
"Çok yorgunum, beynim yorgun. Ruhum yorgun, biliyormusun Orkun?" dedi ve Orkun onu kendisine çekip "Sus, uyumaya devam et" diyip kolları ile sardı.
Uzun zamandır ilk defa bu kadar kısa ama derin bir uyku çekti Zeynep.

Sabah yedide çalan saati Orkunuda uyandirdi ama Zeynep oyalanmadan aşağı inip banyoya girip saçlarını topladı, dişlerini fırçaladı, yüzünü yıkadı ve on dakika sonra hazırdı.
Kapıdan çıkarken "Ben gidiyorum, çarşamba görüşürüz" diye seslendi üst kata.
"Sen gelsene birkez daha buraya" diye çağırdı Orkun Zeynep'i yanına.
Zeynep 10 basamağı çıktı, Orkunun yüzüne baktı. Orkun Zeynepin dudaklarına yapıştı, sımsıcak öptü ve "Çarşamba görüşürüz, seni seviyorum" dedi.

Zeynep evin kapısından çıkarken, yorgunluğunu anlayıp, ona bu kadar şevkat gösteren ve en önemlisi sadece kendini düşünmeyen bu adama bir kez daha aşık oldu.

Anket Sonuçları

Geçenlerde su bahsettiğim meşhur kına gecesi ve düğünden sonra bir anket yapmıştım merakımdan.
Sormuştum sizlere: Düğüne herkesi çağırmalı mi diye?

Ankete 9 kişi katılmış sağolsunlar.
5 kişi benim gibi düşünüp 'hayır, sadece en yakınları' cevabına oy vermiş.
'bu güne kadar çağıranları çağırmalı' cevabına hiç kimse oy vermemiş ve geri kalan 4 kişi de 'herkes gelsin, paralar takılsın' cevabına oy vermiş.

Beş kişiye diyeceğim şu. Haklısınız canlar. En güzeli en yakınları ile ufak bir düğün yapmak. En yakın arkadaşımdan biliyorum, yaklaşık 1000 kişinin bulunduğu bir düğün yapmıştı ve yıllar geçti üzerinden ve hiç birşey hatırlamadığını söylüyor. Yorgunluktan başka birşey değil.

Diğer 4 kişiye de şunu söylemek istiyorum, 'Allah gözünüzü doyursun' sizin. :)

Bu arada yorumlardan Sedacığım hiç yapma düğün falan demişti. Gözümü korkutmuştu. Onuda unutmayayım.

Erkek Dedikodusu

Kaynak -->


Erkek Dedikodusu Kitabı Arka Kapak
Kitabın karakterleri Derin ve Pera, birbirini tanımayan, bir arkadaşlarının düğününde “bekârlar masası”nda tanışan iki genç kızdır. Derin ve Pera’nın sırlarını, güldüklerini, ağladıklarını okurken çok eğleneceksiniz. Her türlü dedikodunun döndüğü bu masada bakalım neler anlatılacak?
French Oje hiç sektirmeden, yıllarca okuyucularına ” erkekler ölsün” deyip durdu. T.B., yıllarca nişanlısından kendisine “o beni prenses peri sannıyooo” şarkısını gönderdi durdu. Bütün kızların kendi aralarında konuştukları erkek dedikodularını kitapta topladılar. Twitter’da da @french_oje ve @tugce_tb nickleriyle tanınan ikili, kendilerini yılların blogger’ı olarak tanımlıyorlar. Okuyucuları 10 yıllık ilişkisinden ayrılan T.B ve yalnızlar prensesi French Oje’yi de dinlemeyi çok seviyor.

***

Türkiyeden bloggerleri takip etmeye başladıktan sonra bir kaç bloggerın kitabının da bulunduğunu öğrenmiş oldum. Bu benim gerçekten de çok ilgimi çekti ve dizüstü edebiyatından çıkan kitaplardan iki tanesini uzun süre aradıktan sonra Frankfurttaki Türk Kitapevinden bulup aldım. Kitapların birincisi 'Erkek Dedikodusu'. Diğeri de 'Erkek Dedikodusu 2'. İlkini okudum ve dün akşam bitirdim. Vikitaba bakılırsa dokuz günün içinde okumuşum. Bir bloggerın kitabı diye ilgimi çeken bu kitabı okumak çok zevkliydi.
Erkek dedikodusu iki bekar kızın arkadaşlarının düğünlerinde bekar masasına düşmesi ile başlıyor. Kızlar birbirlerini o kadar çok seviyor, tüm akşam o kadar çok dedikodu yapıyorlar ki, ömür boyu bir dostluk başlıyor.
Sonra Pera ile Derin'in maceraları başlıyor ve bu maceraları arasında eskiden yaşadıkları ilişkileri masa üstüne yatırıp, neyin tekrarının olup olmadığını anlatmaları harika.
Kitabın kimi yerinde kendi ilişkilerinizden, daha doğrusu yaşadığınız flörtlerden parçalar bulabiliyorsunuz.

Erkekler okumasın. Yok yok, okusunda odun olmaktan vazgeçsinler :)

11/18/2012

Günün Fotoğrafı 13 - 18

13. Yansıma

Bilgisayar ekranında ki yansımam 



14. Kıyafetinden bir parça

Ceketim ve kotum. Hava çok soğuk
15. Hava nasıl

soğuk ve karanlık

16. Çantanda

bir ben eksiğim
17. İçecek

En sevdiğim meyve suyu 
18. Turuncu
Meyvecikler 





11/16/2012

Belimiz çıktı

Belimiz çıktı

Kardeşim yaklaşık iki senedir mimar mühendislik bölümünde okuyor. Biz zaten 21 senedir aynı odayı paylaşıyoruz. Aynı yatakta yatıyoruz. Açılan bir koltuğumuz var. Akşamları açıp kuzu kuzu yatıyoruz.

O üniversiteye başlayınca tamamen düzgün bir şekilde çalışabilmesi ve çizimlerini hazırlayabilmesi için odanın yönünü değiştirmiş, camın önünde bulunan koltugumuzu (yatağımızı) benim masamın bulunduğu duvar tarafına çekmiş, ona aldığımız çizim masasını da camın önüne yerleştirmiştik.

Oda biraz daha ferah duruyordu sanki ama yatağımızın kenarlarında geçiş yeri daralmıştı ve biz bu şekilde bir sene idare ettik. Masanın üstündeki yığınlarımız yüzünden annem yokluğumuzda camları da silemez oldu ve bir çok kereler sinir krizi geçirdi. :)

Kardeşimin artık o büyük çizim masasına ihtiyacı yok. Artık çizimlerini bilgisayarla yapıyor ve yaptığı çizimleri atölyede ufak inşaat modellerine dönüştürüyor. O kadar şekerler ki inanamazsınız. Belki bir gün burada resimlerini yayımlarım.

Biz bugün erkenden eve döndük ve kız başımıza tüm odayı boşalttık ve mobilyaları yine eski yerlerine getirdik. Belimiz çıktı vallahi. Masada çok ağır yatakta. Ama başardık. Odamız eski haline döndü ve biz daha rahat haraket edeceğiz bundan sonra.

Poetry Slam

Ben sana Poetry Slam'den yani şairler akşamından bahsedecektim daha blog. Şairler akşamı yaklaşık bundan 25 yıl önce başlamış ve zamanla yayılmış.
Bir tiyatro salonunda yada her hangi büyük bir organizasyon salonunda, şiire gönül vermiş şairler (yarışmacılar) toplanıyor.
Şairler akşamı genellikle neredeyse 500e yakın seyirci sayısına ulaşıyor.
Şairler genellikle tanınmamış ama şiir yazmayı seven gençlerden, yaşlılardan, aslında her yaşta bulunan insanlardan oluşuyor.

Yarışma yani şairler akşamı başlamadan önce sunucular tarafından seyirciler arasından beş kişi jüri olarak seçiliyor.
Yarışmada belirli kurallar var. Öncelikle şair sadece kendine ait olan bir şiiri okuyabiliyor ve sahneye şiirinden hariç, yani aksesuar vs. başka bir şeyle çıkamıyor.
Tam tamına şiirini okuması için 7 dakikası var, 7 dakika sonra mikrofonun sesi kapanıyor.

İlk önce bir ön eleme oluyor. Şiirini okuduktan sonra seçilen beş kişilik jüri ekibi, etrafında oturan arkadaşlarınada sorarak puanlama yapıyor. Puanlar birden ona kadar ve genellikle beşten aşağısı verilmiyor. Bu gerçekten çok kötü bir şiir, hiç okunmaması gerekiyordu anlamına geliyor.
Jürinin verdiği puanlardan en yüksek ve en az rakam siliniyor, geri kalan 3 rakam bir araya toplanıyor ve böylelikle puan tablosu oluşturuluyor.
Ön elemeleri geçen şairler finale kalıyor.
Finalde puanla değil alkışla sonuca varılıyor.

Her ayın ikinci perşembesinde Mainz şehrinde gerçekleşiyor bu Poetry Slam ve ben yaklaşık bir senedir her seferinde katılıyorum. Ücretide çok makul çünkü giriş için sadece 5 euro alıyorlar.

Dün akşam çok özel bir Poetry Slam vardı. Amerikadan özellikle şairler gelmişti ve Almanya Amerikaya karşı bir yarışma düzenlediler. Ön elemede dört amerikalı ve dört alman yarıştıktan sonra puanlara göre ikinci tura iki alman ve iki amerikalı kaldı. Onlar tekrar bir şiirlerini sunduktan sonra finalde Amerika için J.W. Basilo ve Almanya için Suleiman Masomi yarıştı.

Suleiman Masomiyi ilk seyredişimiz değil ve şiirleri çok komik ve düşündürücü olduğundan J.W.Basiloyu kolaylıkla yendi.
Suleiman çok komik olduğundan Almanya için Afganistanlı Suleiman kazandı dedi ;)

Yine her zamanki gibi harika bir akşam geçirdim.

Not: Şiirler genellikle komik, komik olduğu kadar düsündürücü. Kimi politik, kimi sosyal içerikli, kimide şairin ruh hali ile ilgili. Yani her telden çalıyorlar, pardon okuyorlar :)

11/15/2012

Annecigime mektup geldi

Anneciğim yıllardır çalıştı fabrikadan ayrılmak istiyor. Eskiden fabrika bizim oturduğumuz sehirdeydi ve yürüyerek gidip geliyordu. Yaklaşık on sene önce fabrika başka bir şehire taşındı ve annem eski iş arkadaşları ile gidip gelmeye başladı. iş planını onlara göre ayarlamak zorunda. Genellikle sürücü kişiye iptal geldiğine anneciğim ne yapacağını şaşırıyor, nasıl gideceğini bilemiyor.

25 yıldır aynı fabrikada çalışan annemin artık canına tak etti ve bizim oturduğumuz şehirde bulunan başka bir fabrikaya yaklaşık iki hafta önce bir başvuru dilekçesi gönderdi.
Eğer oraya alınırsa yine rahatça yürüyerek gidip gelecek ve maaşı bile daha fazla olacak.

Dün anneme baş vurduğu fabrikadan mektup geldi. İleriki günlerde görüşme talebinde bulundular.
Dua edin annecigimi bu fabrikaya alsınlar.

Not: Annemin aslında 26 yıllık ehliyeti var fakat babam sayesinde kullanmaktan korktuğu için, kazasız belâsız cüzdanında duruyor ehliyeti :)

11/14/2012

Geri dönüşüm

Yavaş yavaş kış mevsimine yenik düşmeye başladı Almanya. Havalar çok soğudu ve dışarıda kalan insanlar sayısı bir çok ülkede olduğu gibi burada da çok.
Burada aldığınız su şişelerine, meyve şişelerine ek para veriyorsunuz. Şişeler geri dönüşümlü olduğundan, aldığınız markette bulunan makinalara geri attığınızda, size bir kupon veriyorlar ve bu kuponu alışverişinizle birlikte değerlendiriyor, ödeyeceğiniz ücretten düşüyorlar.

Bir çok insan şişeleri marketlere geri götürmüyor ve kurtulmak için ya çöp tenekesine atıyor, yada sokak kenarında bir yere koyuyor.
İşte bu ulu orta bırakılan şişeleri sokakta yaşayan insanlar toplayıp marketlerdeki bulunan makinalara geri verip elde ettikleri kuponla kendilerine ya yiyecek birşeyler alıyorlar, yada içecek.

Trenlerde, metrolarda bulunan çöp kutuları genellikle şişelerle doluyor. Bir tren gara girdiğinde, bir sonraki kalkış saatine kadar beklemekte olduğu için, sokakta yaşayan insanlar trenlerin içini gezip şişeleri topluyor. Aslında bu içler acısı bir senaryo.
Fakat şişeleri toplayanlara kötü gözle bakılmıyor.

Bugün trende eve dönerken, hemen tren kalkmadan çöpleri karıştıran bir insan vardı. Hiç bir çöp tenekesinde şişe bulamadı.
Trende oturan yolcuların biri 'bugün hava çok soğuk degilmi?' diye sordu çöpleri karıştıran adama.
Adam 'evet gerçekten çok soğuk, şişede yok, sıcak bir kahve parası çıkardı aslında' dedi.
Yolcu cüzdanını açıp iki euro çıkardı ve adama uzattı ve 'afiyet olsun' dedi.
Adam teşekkür etti ve tren kalkmadan indi.

Hayat kimine çöp karıştırtıyor, kiminede 'bugün daha fazla kahve içemeyeceğim' dedirtiyor.


11/13/2012

yeniden doğdum

Biliyormusun aile kavramını senin ailen ile daha çok hissetmeye başladım ben.
Kocaman bir ailem olsun istedim hep ama iki kızkardeşiz biz sadece.
Tüm akrabalar zamanında vatana geri dönmüş. Gidenler ardında bıraktıklarını unutmuş. Yüz yılda bir izine gidince can ciğer kuzu sarması ama bana yapmacık geliyor sevgili.
Şimdi beni her aile meclisinde yanınızda görmek istiyorsunuz ya, o kadar mutlu oluyorum ki.
Aileni ailem saydım. Belki çok erken ama içimden geçen bu.
Babaanneni çok sevdim mesela. Kendi babannemi bu kadar sevememiştim oysa.
Sevmeme izin vermediler çünkü.
Gözden ırak gönüldende ırak olduk biz hep. Ben bir garip gurbet kuşu.
Sılada seninle yeniden doğdum ben.

Saat: 21:26

Fenomenin takipçisi fenomenmi oluyor ağa?

Gerçekten çok farklı bir zaman içerisinde yaşıyoruz. İnterneti ilk kullanmaya başladığımda neler hissettiğimi anımsıyorum da şu an bulunduğumuz durum çok kritik.

Twitterden başladı galiba bu takip edersen takip ederim yaygarası.
Herkes birilerinin kendisini takip etmesi için bir yerlerini yırtıyor. Halbuki twitter 140 karakter ile düşündüğünü yazmak, o an için not almak için yaratılan bir platformdu.
Asıl amacından çok uzaktan kullanılmaya başladı twitter. #takipedenitakipederim hashtagı altında binlerce tweet görüyorum her gün ve kafamı sağa sola sallıyorum.

Beğendiğini okursun, beğenmediğini okumazsın. Takip ettiğin seni takip etmek zorunda değildir. Birini takibe alırsın, yazdıklarını bir süre sonra belki beğenmezsin. Belki karşındaki yazı şeklini değiştirmiştir ve artık onu takip etmek istemiyorsundur. Takipten çıkarırsın, binlerce laf duyarsın. 'vay takip ediyorum dedi takibi bıraktı, deşifre ediyorum' diye.

Artık birşeyi kavramamız gerekiyor. İstediğimizi takip edebilmeli, istediğimizi takipten çıkarmalı, istediğimiz blogu okumalı, artık yazılarını begemediğimiz blogları okunanlar listesinden çıkarabilmeliyiz. Bir sürü laf işitir oldum kimilerini takipten çıkardığım için.

Bu benim özgür iradem. İstersem okurum, istemezsem okumam.
Facebooktada istediğimle arkadaş olurum, istemediğimle olmam. Bunun yüzünden bana hakaret edecekseniz, 'felanca beni takipten çıkarmış' diye tweetlerle bana tavır alacaksanız buda sizin görüş alanınızı gösterir.

11/12/2012

Sevdanin blogunda cekilis var

Ilk defa bir cekilise katiliyorum. Daha önce hic katilmadim. Cünkü ben Almanyada yasiyorum ve olurda bana cikarsa, arkadaslari kargo ile falan ugrastirmak istemiyorum. Ayrica sivi maddelere falan posta yolu ile yurt disina zaten izin vermiyorlar.

Onun icin kitap cekilisine katilmak istiyorum. Sevdanin bu cekilisinde sadece kitabina talibim. Insallah gönlümden olani gecer ve kitap bana cikar. Yoksa Sevda hepsini birden tek bir insanami gönderecek acaba?
Sevdacim bunu okuyorsan bana bir cevap ver güzelim.

Öptüm seni kocaman.

Evet cekilise buradan alalim sizi -->

Sevdanin cekilis hediyeleri

En sakındığın yerlerimden kırdılar beni anne

En sakındığın yerlerimden kırdılar beni anne.
İlk önce yağmurlar yağdırdılar gözlerime.
Sonra ellerime dokundular pis elleriyle.
Kalbimdeki ufacık yere sığamadılar, duvarlarını yıktılar anne.
Daha büyük, daha geniş odalar hayal ettiler belkide.

Ben halbuki yeşil renkli duvarlarıma rengarenk çizgiler çekmiştim.
Kapıyı aralamıştım. Işıklarını zakmıştım tüm dünyanın.
En sakındığın yerlerimden kırdılar beni anne.
Yağmurlar yağdırdılar gözlerime.
Aklar düşürdüler o kapkara saçlarıma.
Ufacık ellerimde derin yaralar açtılar anne.

Şimdi kimseden sevgi beklemiyorum.
Bazen kendi kendime tıkınıyorum o tek göz odaya.
Yeşil duvarların boyasını ellerimle kazıyorum, döküyorum yerlere.
Camlarıma siyah perdeler çekiyorum.
Kimse içerideki ışığı görmesin diye.
Bazen ışığı bile yakmıyorum anne.
En sakındığın yerlerimden, sakındığım gözlerimden birer birer düştüler anne.

Hochheimer Markt

Dün akşam twitterden bir not atmıştım 'birazdan sevdiğimle Hochheimer Markta gidiyoruz. Bakalım nasılmış' diye. (twitter adım sudurulmaz, beklerim. Reklam yaptım bu arada :))

Hochheimin Markti yani kirmesi her sene Ekim ayının ikinci haftasonunda başlıyor ve beş gün sürüyor. Bu taraflarda çok meşhurmuş ama ben bu güne kadar hiç gitmemiştim. Dün akşam gittim. Şehrin bir bölümüne standlar kurulmuş. Bol bol resim çektim, buyurun ...

Çocuklar için altikarincalar kurulmuştu. Üzerindeki çocukların sesini duymaliydiniz. Atlıkarınca yükseldikçe çocukların çığlıkları da yükseldi.

Çocuklara atlıkarınca oluruda büyüklere olmazmi? Onlar biraz daha teklikeli şeylere bindiler tabiki.


Yemek standlarında bekleyen bir sürü insan vardı. Bende bir porsiyon kızartılmış patates yedikten sonra yeni birşeyler denemek için başka bir standta bekledim.
Un ve peynirle yapılan bir makarna türü diyelim, üzerinede bolca kızarmış soğan serpiyorlar. Yerken peynirli olduğundan cataliniza sarılıyor ve uzuyor. Tadı güzeldi, onun resmini çekmemişim bak.


 Zeytin ağacından yapılan mutfak eşyaları vardı. Kaşıklar, catallar, ekmek sepetleri vs. Çok güzellerdi ama zeytin ağacından oldukları içinde bi o kadar pahalıydı.





 Kızarmış ve karamelli badem meşhurdur burada. Her kirmeste vardır. Tadida çok güzeldir. 350 gr. istersiniz hemen ufak bir kağıt kesesine koyarlar ve elinize verirler. Sıcak sıcak yersiniz. Türkiyede de varmı?

 Değişik tombalalar ve yarışmalarla bir sürü oyuncak kazanabiliyordunuz. Tüm ağaçlara oyuncakları asmışlar. Kirmesin bir sonundan bu standa doğru yürürken burasida gerçekten bir oyuncak cennetine benziyordu.

 Bu kule tamamen teknolojinin bize sunduğu LED lambalarının ışıkları ile canlandırılmış bir yer. 7. kata gezerek çıkıyorsunuz, gözünüzde 3 boyutlu bir gözlük ve içeride bulunan çeşitli video animasyonları. 7. kata vardığınızda kendinizi bir barda buluyorsunuz ve yüksek bir mebla bayılarak bir kokteyl icebiliyorsunuz. Biz üsendigimizden bu kuleye girmedik tabiki ama giren arkadaşlar begenmemisler ve sadece para tuzağı olduğunu söylediler.



Kirmesin bir bölümünde tamamen ortaçağı canlandirmislardi. Zaten bahsettiğim unlu, peynirli yemeği de orada yedim. Eskiden öyle bir yemek yaparmış kadınlar elindeki eşyalar ile.
Akşamı bir kamp ateşi etrafında elimizde kaynatılmış kırmızı bir şarapla sonlandirdik.
Burada noel kirmeslerinde ve kışın yapılan kirmeslerde kırmızı ve beyaz şarabı kaynatıyorlar. Sıcak sıcak tadı çok güzel oluyor ve içinizi ısıtıyor.